Bugün beyaz perdeye çıkmasını uzun süredir beklediğim bir filmin yorumuyla karşınızdayım. Çok sevdiğim yönetmen Zeki Demirkubuz’dan Hayat… Film özetle, kendisine dayatılan hayatı kabul etmeyip evden kaçan bir kızın hikayesini ele alıyor. Konu özetine derinlemesine girmeyi seven biri olmadığım için ben ne bekledim, ne izledim ve ne gördüm kısaca anlatayım.
Öncelikle bu filmin hikayesini ve oyuncularını öğrendiğimden beri içimde bir heyecan var. Çünkü yaklaşık 7 yıl sonra bir Zeki Demirkubuz filmi izleyecek olmak başka bir mutluluk abi. Sonda söyleyeceğini başta söyleyen biri normalde değilimdir ama bu yazıda baya bir övgü göreceğiniz için belirtmekte fayda var ben filmi çok sevdim. Hatta benim için filmografide Kader ve Masumiyetten sonraki en iyi filmi olabilir. Hikayesiyle, kadrajıyla, oyunculuğuyla bir bütün halinde sevdim ben bu filmi. Konuya ilk olarak hikayeden dalmak istiyorum çünkü filme gitmeden sosyal medyada “film çok kopuk” “çok fazla karmaşa var” tarzı yorumlar okumuştum. Açıkçası bunun bende bir ön yargı oluşturacağı şüphesi vardı ama filmi izlerken çok az sekansta bu hissiyata kapıldım. Bence başı ve sonu birbirini tamamlayan bir hikaye Hayat. Tabii hikayede eksik gördüğüm yer var mı var ama bu bir kopukluk değil benim için altı doldurulmayan hisler. Özellikle örnek vermek gerekirse, Rıza karakterinin Hicran’a istismar uygulayan kişiyi vurup hapse girmesindeki alt metin, motivasyon bende hiç oturmadı. Burayı filmi izledikten bir iki gün sonra da düşündüm hala o karakter tatminini hissedemiyorum.
Öte yandan benim ve filme birlikte gittiğim arkadaşlarımın ortak fark ettiği ve çok sevdiğimiz bir şey de, Zeki Demirkubuz’un kadraj olarak bu işte kendini gerçekten iyi geliştirdiği. Hikaye ve diyalog diyince eline su dökülmez bir yönetmen buna hiçbir lafım yok ama kadraj olarak ben çok farklılaştığına denk gelmemiştim. Tabii geçen yıllar ve tecrübeyle bence buradaki zeka oyunları harika olmuş. Ya bide Hicran’ın aile evi ve kendi evindeki bayram sabahı televizyon fikri, başka bir anlatım gerçekten çok ince güzel bir dokunuş olmuş. Tabii burada görüntü ve sahnelemeyi sevmeme rağmen fragman, teaser işinde daha iyi oluruz be abi. Gerçekten filmin fragmanı benim hiç hoşuma gitmedi, uzun zamandır bu kadar ritimsiz fragman izlememiştim. Belki bir gün Zeki Hocanın bir filmine fragman keseriz…
Oyunculuk anlamında ben Miray Daner’in cidden bu kadar iyi oyuncu olduğunu bilmiyordum bunu itiraf etmekte fayda var. Gerçekten daha önce izlediğim yapımlarındaki rolleri yüzünden mi bilmiyorum ben hiç abartmamışım hanımefendiyi… Süperdi. Bir parantez Burak Dakak ağabeye açmak lazım, Manchester by the Sea’de ki Casey Affleck’ten sonra böyle donuk dramatikliği üst seviyeye taşıyan bir performans görmemiştik. Bu arada Osman Alkaş’ın masa başında torunu Rızaya yaptığı sahne ise bi ufaktan ağlatmadı değil, masada bir ciğer bıraktık filmi izlerken çok iyi oynanmış.
Özetle Hayat, bir takım alt metin ve kronolojik zamanlama problemleri olmasına rağmen iyi bir film olmuş. Ben Zeki Demirkubuz’un yıllar sonra bu film ile dönmesine çok sevindim. Her işinde hayata dair gerçeklikleri o kadar filtresiz ve kendi perspektifinden sunuyor ki onu sevmemdeki en büyük etken. Hayatı gerçek anlamda yaşamayı bu denli kafaya takan bir insanın işlerinde, alışıla geldik hızlı tüketilen bir yapım bekleme kisvesi altında eleştirmeninse hiç doğru olduğunu düşünmüyorum. Hafta sonu, hafta içi ne zaman vakit bulabilirseniz gişeden kalkmadan Hayat’ı bir izleyin derim. İyi Seyirler…